Web Sitesi ve Kaynak: http://nukleeralaturka.com/
1986’da “Çernobil bulutları” tepemizden geçerken Türkiye’de siyasi liderler, radyasyonun sağlığa olumsuz bir etkisi olmadığını iddia ederek halkı radyasyonun tehlikeleri konusunda aldatmaya çalışmışlardı. “Biraz radyasyon iyidir”, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir”; “Radyasyon kemiklere yararlıdır” gibi söylemlerin “alaturkalığı” ve absürdlüğü, Türkiye'nin 1930’lardan bu yana yazılmakta olan nükleer tarihindeki hikayeler ile birleşince ortaya trajikomik bir belgesel çıkıyor.
Nükleer Alaturka’da bu pek bilinmeyen yerel ve küresel hikayeleri birebir yaşayanlardan, tanıklardan, uzmanlardan, aktivistlerden, politikacılardan dinleyeceğiz. Nükleer Alaturka’yı görsel-işitsel arşiv malzemeleri, Cem Dinlenmiş’in animasyonları ve Mozart'ın mehter marşından esinlenerek bestelediği söylenen "Rondo Alaturka”sı ya da "Türk Marşı" ile seyirciyi kâh düşündüren, kâh güldüren, kâh hayret ve dehşet içinde bırakan bir belgesel olarak tasarlıyoruz.
Website and Source: http://nuclearallaturca.com/
Ever since ‘the clouds of Chernobyl’ passed above us in 1986, political leaders have tried to deceive the public on the risks of radiation by proclaiming that radiation did not have any negative health effects. The amalgamation of the ‘alla turca-ness’ and the absurdity of their statements–such as ‘a little bit of radiation is good for you’, ‘radioactive tea tastes better’, ‘radiation is good for the bones’, ‘the household propane tank in your kitchen is as risky as nuclear,’—along with stories about the nuclear history of Turkey since the 1930s, have given birth to this tragicomical documentary. In Nuclear alla Turca, we will hear these little-known stories from those who have had first-hand experiences, and as well as witnesses, experts, activists, and politicians among others.
Together with archival materials, animations by Cem Dinlenmiş and Mozart’s ‘Rondo alla Turca’ (a.k.a. ‘Turkish March’), reportedly inspired by the Janissary marching band, we are envisioning Nuclear alla Turca as a feature-length documentary that will make viewers sometimes think and sometimes laugh, but will finally leave them amazed and horrorified.
Türkiye nükleer tarihi boyunca ilk kez bu kadar keskin bir yol ayrımında: Ya nükleer enerji üreten bir ülke olacak ya da Almanya gibi ileri teknoloji sahibi bir çok ülkenin yaptığı gibi nükleer sevdadan vazgeçecek.
Türkiye ilk nükleer santralini Mersin-Akkuyu’ya kurmak için Rusya (bkz. Çernobil), ikinci nükleer santralini ise Sinop-İnceburun’a kurmak için Japonya (bkz. Fukuşima) ile anlaşmış durumda. Sadece ekolojistler değil, amacı nükleer enerjiyi yaymak olan Uluslararası Atom Enerji Ajansı bile Türkiye’nin nükleer altyapısının yetersiz olduğunu söylüyor. Fukuşima nükleer felaketinden sonra yapılan anketlere göre ise halkın en az yüzde 65’i Türkiye’de nükleer santral kurulmasına karşı çıkıyor.
Tam da bu yol ayrımındayken, “Akkuyu Nükleer” reklamlarının gözümüze sokulduğu, şirketin okullarda bile nükleer propaganda yaptığı bu dönemde, “Peki, biz bugüne nasıl geldik?” sorusunu sormak, nükleer enerjiyi tartışmaya açmak, geleceğimizle ilgili verilen kararlarda söz sahibi olmak adına Türkiye’nin bazen sarsıcı, bazen trajikomik ve çoğu zaman da absürd nükleer hikayelerini anlatmak için yola çıktık. Amacımız çok geç olmadan bu tartışmayı kamusal alana taşımak; Türkiye’nin üstü kapatıldığı için pek bilinmeyen nükleer tarihini anlatmak, nükleere karşı farkındalık yaratma çabalarını güçlendirmek.
Turkey today stands at a critical crossroads for the first time in its nuclear history: It will either become a country that generates nuclear energy, or it will abandon its nuclear aspirations as many countries have.
Turkey has signed an agreement with Russia (see Chernobyl) to build its first nuclear plant at Mersin-Akkuyu and another with Japan (see Fukushima) to build its second at Sinop-Inceburun. Nevertheless, not only ecologists but even the International Atomic Energy Agency, whose goal has been spreading nuclear energy, has warned of Turkey’s inadequate nuclear infrastructure. According to polls conducted after the Fukushima nuclear disaster in 2011, at least 65% of people in Turkey are against constructing nuclear power plants.
We, standing at this nuclear crossroads, in a period in which ‘Akkuyu Nuclear’ ads are disturbingly flashed around and the company responsible for it conducts propaganda even at schools, embarked upon making this film for several reasons: to ask the question, ‘How did we get to today?’; to bring nuclear energy into question; and to tell the sometimes unsettling, sometimes tragicomical, and most of the time absurd nuclear stories of Turkey, all in the name of having a say in decisions being made for our future. Our aim is to bring this discussion forward into the public sphere, telling the untold and veiled nuclear history of Turkey, and amplifying efforts to raise more awareness.